floranatolica
floranatolica
 
Ara Üye girişi DDbtn
-

Covit-19 Öncesi Bir Güneydoğu Anadolu Gezisi-10

Kâmil Samir, 2020

Diyarbakır / Türkiye

Adana, Tarsus, Antakya, Gaziantep, Urfa, Mardin ve Diyarbakır gezisi.
Diyarbakır ve eve dönüş, Mart 13, 14, 15 Bu gün Diyarbakır`a gideceğiz. Yol bir buçuk saat sürüyor.acelemiz yok . Sabah Midyat`da görmediğimiz müzeyi ve Zinciriye Medresesini ziyaret edeceğiz. Müzeye Atatürk heykelinin olduğu meydandan merdivenlerle çıkılıyor. Müzeyi gezdikten sonra yanında bulunan Süryani Ortodoks Meryem Ana kilisesini ziyaret edebilirdik ama geçidi kapadıkları için geçemedik aşağı indikten sonra tekrar merdivenleri tırmanmak da zor geldi. Zinciriye Medresesine gitmek için de zaten bir hayli merdiven tırmanacağız. Yolda gene merdivenle çıkılan Tarihi Kız Meslek Okulu ve yanındaki Gazipaşa İlkokulunu görmeden edemedik. Ayni alan içinde iki güzel işlemeli taş yapı, bahçe giriş kapı da ayni güzellikte. Kız Meslek Okulu kapatılmış olduğundan diğerinde de eğitim yapıldığından içlerine girmedik. Zinciriye (İsa Bey) Medresesi - Mardin Sultan İsa Medresesi Mardin’de hüküm süren son Artuklu Sultanı Melik Necmettin İsa bin Muzaffer Davud bin El Melik Salih tarafından 1385 yılında yaptırılmıştır. Anadolu`da ilk defa Mardin’de görülen Timur ve ordusu ile savaşmış olan Melik Necmeddin İsa bir süre bu medresede hapsedilmiştir.Halk arasında Zinciriye Medresesi diye de anılan Sultan İsa Medresesi, doğu ve batı uçlarındaki dilimli kubbeleri ve doğu tarafına rastlayan yüksek anıtsal portalı ile çok uzaklardan bile dikkati çeker.Ortada bulunan avlunun kuzeyindeki çeşme insan hayatını sembolize eder önce küçük havuza sonra avlu ortasındaki büyük havuza akar. Üst kat daha çok küçük oda mekânlarından oluşmaktadır. Bunlar bir zamanlar medresede okuyan kişilerin odalarıdır. Ziyaret sonrası otelimize dönüp çantalarımızı aldık ve Diyarbakır minibüslerinin kalkacağı yeni şehirdeki Durağa gittik bizim gibi 15-20 kişi bekliyor ama bilet kesmiyorlar. Beklerken epey gelen oldu kalabalaştık, yer bulamayız diye endişelensek de iki minibüs birden gelince ancak sığdık. Minibüse 17 şer lira verdik. Bilet kesmemelerinin sebebi vergi vermemek olsa gerek. Diyarbakır`a vardığımızda Dağ Kapı`ya giden minibüse bindik Dörtyol`da indik. Burası Suriçi denilen eski şehrin doğusunda. Hz. Süleyman caddesi üzerinde bir otele telefon etmiştim minibüsten inince, yorumlarda dört yıldız vermişler ama otel eskimiş çalışanlar güler yüzlü yardım sever. Kahvaltı vermiyor ama biz dışarıdan aldığımız malzemelerle kahvaltımızı ederken sağ olsunlar çayımızı eksik etmediler. Odada klima var çalışıyor lazım olmaz dedik ama gece hava epey soğudu açmak vacip oldu. Yağmur devamlı çiseliyor.Sıcaklık 11-12 derece. Güneşli güzel günler güneyde kaldı. Televizyonlarda Hava Durumunu verilirken yurt haritasında Güney Doğu bölgesinde Antep Urfa Mardin ile birlikte Diyarbakır’ı da verir, bana kalırsa Diyarbakır`ı kat`i surette buradan çıkartıp Doğu Anadolu bölgesine almak lazım. Otelden çıktık Dörtyol’dan güneye yöneldik, Klasik planlı ortası avlulu Hasanpaşa hanını gezdik. Üst katta komple çay kahve ve kahvaltı veren, bir kahveye de 9 lira isteyen bir işletme var. Turistik desen ne turist mevsimi nede o kadar çok turistin geleceği yerler olmamasına rağmen bir kahveye nasıl bu kadar yüksek ücret istiyorlar anlamak mümkün değil. Yerli yabancı ayrımı yapıyorlarmı bilemem. Yalnız şurası muhakkak ki İzmirde Kızlarağası Hanı ne ise Diyarbakır’da da Hasanpaşa Hanı ayni. Demek ki Türkiye`nin doğusu ile batısı arasında ekonomik eşitsizlik yok. Hanın karşısında Ulu Cami. Sonra Sülüklü Han ve Dört Ayak Minareli Camiyi yağmur altında dolaştık. Neyse ki şemsiyelerimiz var. Ben yün beremi almayı unutmuşum biraz başım üşüdü ayakkabım ıslandı ayaklarım üşüdü. Ulu Cami evvelce Mortoma adlı kilise yerine 1091 yılında Selçuklu Malik Şah zamanında Şam`daki Emevi Camiden esinlenerek dört mezhebe de hitap edecek şekilde uzun dikdörtgen olarak yapılmış olup İslam aleminde 5. Haremi Şerif olarak kabul edilir. Sülüklü Han denmesinin sebebi orta avluda bulunan kuyudan sülük çıktığından öyle anılır olmuş. Dört Ayaklı(sütunlu) Minareli Cami Şeyh Mutahhar Cami olup 1500 yılında Akkoyunlu Kasım Bey tarafından yaptırılmış. Akşam yemeği için meşhur Ciğerci Remzi de ciğer yedik, bu gün tatlı yemedik. 14 Mart cumartesi, hava gene yağmurlu ama akşama doğru kesilecekmiş. Kahvaltımızı otelin karşısındaki bakkaldan aldığımız nevale ve yan taraftaki fırından aldığımız börek ve simit ile otelde yaptık, gene çayımızı eksik etmediler. Otelden çıkınca doğuya doğru iki yüz metre ilerde Saraykapı`nın hemen dışında Bahçe içinde 6 ayrı binadan ve bir de kiliseden oluşan Arkeoloji Müzesine girdik. Binalardan üçü idari bina ikisi müze biri da Atatürk Anı Müzesi. Giriş kapısı yakınında kullanılmayan otantik bir çeşme var yalağına bir mermer aslan heykelciği oturtmuşlar, bunlar çift imiş diğerini yurt dışına kaçırmışlar. Müze sonrası yan taraftaki Hz. Süleyman Camisini ziyaret ettik. Buranın karşısında surlara kadar geniş bir park var evvelce bina doluymuş Diyarbakır olaylarından sonra temizlemişler, iyi olmuş cami ve kalenin yüzü gözü açılmış doğuya doğru hafif meyilli aşağı Dicle`nin kenarına kadar inen arazinin manzarası güzel. Döndük Dağkapı`dan batıya doğru surun içinden yürümeye başladık. Tekkapı, Urfakapı ve Çiftkapı’yı gördük. Sarı Saltuk Türbesini gezdik. Sarı Saltuk türbeleri ta Balkanlardan buraya kadar yayılmış. Türbenin yanındaki ok Süryani Ortodoks Kilisesini işaret ediyordu, gittik gezdik giriş 3 lira teberru olarak alıyorlar. 3.asırdan kalma fakat bir çok kereler tamirat görmüş. Arka tarafta Diyarbakır Kilisesi Bir konaktan devşirme yakın zamanda yapılmış, kapalı olduğundan giremedik. Kilisenin önünden ara sokaklardan gidemedik tekrar geldiğimiz yollardan geçerek sur kenarındaki yola çıktık. Yola devamla Yedikardeş burcu karşısındaki Ali Paşa Cami ve Medresesine geldik. Ali Paşa Cami dönemin Diyarbakır valisi Hadım Ali Paşa tarafından 1534-1537 tarihleri arasında inşa edildiği kabul edilmektedir. Yapı Mimar Sinan`ın eserlerinin değinildiği Tuhfetül Mimarin’de Mimar Sinan eseri olarak geçmektedir.Biraz daha ilerleyince Mardin kapısına geldik. Güzel bir yer. Sağ tarafında Hz. Ömer Cami surun içine 1150 yılında inşa edilmiş. Ortada meydanda kare planlı bir türbe ama içinde sanduka yok Sultan Suca tarafından 13. yy ilk yarısında bir kompleks olarak inşa edilip sadece türbenin kaldığı zannedilmektedir. Kapının sol tarafında ise Kervansaray oteli olup Diyarbakır’daki en büyük handır. Diyarbakır Valisi Hüsrev Paşa tarafından 1527 de, Hicaz’a ve İpek Yolu üzerindeki Suriye, İran ve Hindistan’a gidecek olan ticaret kervanlarına hizmet etmek için yaptırılmıştır.. Bu hana hacca giden kervanlara rehberlik eden delilerin (rehber) burada konaklamasından dolayı Deliller Hanı da denilmektedir. Orta bahçesi güzel yazın serin olur ama otel pek kaliteli görülmedi. Hanın önündeki cadde merkez Dörtyol`a gidiyor. Biraz yürüdük yolda balıkçılarda Dicle`den çıkardıkları iri bir yayın balığı gördük evimiz orada olsa hemen alırdık. Ayaklarımız ıslandı üşüdük yol üstü bir kahveye girdik. Sade kahve istedim yarım çay bardağı amerikan kahvesi getirdi ne diyeyim. Zaten kimsenin kahve içtiği yok, herkes çay içiyor.Ayakkabılarımızı kurutana kadar sobanın yanında oturduk. O sırada kahve duvarında gördüğümüz On Gözlü Köprü posteri bizi hemen harekete geçirdi, kalktık Mardin Kapı dışından kalkan minibüse bindik 10 km gittikten sonra geldiğimiz köprünün başında yağmurlu havada kimsenin olmayacağını düşünmekle ne kadar yanıldığımızı anladık. Herkes arabasıyla gelmiş, neyse yağmur kesildi hava açar gibi oldu ama ayaz başladı. Sağlı sollu köprünün her iki yakası çay bahçeleri ile dolu fakat soğuktan kimsecikler oturmuyor. Döndük Mardin Kapıdan Dörtyol’a yürürken sol tarafta altıgen bir yapı Deve Hamamı imiş içini otantik kahvehane yapmışlar ama yazın belki serin olur diye oturulabilinir. Şehrin üç yerinde bu tip bina gördük. İşlevini yitirmiş hamamlar. Yol üstünde Peynirciler çarşısını sonra ara sokaklara dalarak 19. yüzyılın sonunda valilik yapan 1902 tarihli Cemil Paşa Konağını ve Cahit Sıtkı Tarancı anı evini gezdik.Avluda Tarancı`nın oturur şekildeki heykelinin kaidesinde; PERVAM YOK VERDİĞİN ELEMDEN HER MİHNET KABULÜM YETER Kİ GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN dizeleri yer alıyor. Sonra Ziya Gökalp Müzesine geldik saat beşe on vardı bahçeye dahi bakmamıza müsaade etmedi kapıdaki bekçi, dört buçukta kapanıyormuş. Bizim konuşmamızı duyan bir adam gelin ona benzer bir ev göstereyim dedi yakındaki bir çayhaneye götürdü. Buralarda eski ev veya konak hepsi ayni planlı, ortada avlu etrafında bir veya iki katlı siyah ve beyaz taşlardan yapılmış oymalı süslemeli bina. Bana Sakız’daki Pirgiyi hatırlattı. Saat 18.30 olmuş acıkmıştık dünkü ciğerci Ramizin iki dükkan ötesinde pidecide yemeğimizi yedik. Bir porsiyon söylerseniz iki pide getiriyor çok aç değilseniz fazla gelebilir. 15 Mart Pazar sabahı Diyarbakır Sabah 7.30 da kalktık. Bu gün döneceğiz ya havada bulut yok. Trenimiz saat 11 de bazı yerleri gezebiliriz. Kahvaltı sonrası önce Saray Kapı’ya gidip Hz. Süleyman Camisini resimledik, dün yağmurdan iyi resimleyememiştik. Döndük Dağ Kapıya, Dörtyol’da Nebi Camisine baktıktan sonra, Dağ kapı’dan batıya doğru yürüdük. Bu cami Akkoyunlular zamanında 1530’larda yapılmış. İlk başta Hanefi ve Şafi mezhepleri için bitişik iki kısımken 1927 de çürüyen Hanefi bölümü yıkılmış Şafi kısmı kalmış 1955 te de binadan uzakta kalan minare asıl yerinden alınarak bu günkü yerine yeniden inşa olunmuş. Minare kuzey Afrika veya Suriye`de yapılanlar gibi kare kesitli. Bir burç içine kafeterya yapmışlar işleten kızdan izin alıp burcun tepesine çıkıp surların resimlerini çektik. İnişte ihtiyar patron biz buraya kira ödüyoruz dediyse de helal et dedik geçtik. Otelden eşyalarımızı alıp Dağ kapıdan minibüsle Gara gittik saat 11 de gelmesi gereken tren 12 de geldi daha yolun başında bir saat rötar var. Akşam altıda Malatya, gece 10 da Sivas. Tren gece boyunca genelde tenha idi ama Kayseri`de tamamen doldu. Yollarda kar var. Sabah 9.30 da Ankara`ya vardık. Eski garın yanına YHT için ayrı modern bir bina yapılmış hemen geçtik saat 10,30 da Eskişehir için yüzde elli indirimle 19 liraya bilet aldım. Yolculuk bir buçuk saat sürüyormuş. 1 saat 35 dakikada Eskişehir`e geldik. Yolda iki yerde durdu. Hızı iki defa 251 km/s’a kadar çıktı. Eskişehir çok soğuktu 3 derce gösteriyor hissedilen 2 derece nasıl hissediliyorsa. Ben hemen otobüsle dönmeyi teklif ettim Yılmaz kalalım gece tren ile döneriz dedi. Ben dönmeye karar verdim, gardan çıkınca dışarıda bekleyen otobüse Otogar’a gidiyormuş, bindik 65 yaş üstü bilet problem olmadı. Bindik Yılmaz beni uğurlayacak. 10 dk sonra kalkan otobüs Eskişehir`in ne kadar mahallesi varsa dolaştı 45 dk. da Gara getirdi. Meğerse tramvay kestirme gidermiş. Kamil Koç’tan 28 numaralı bileti verdiler. Otobüs boş kalktı, niye bana bu arkadaki numarayı verdiler diye düşünürken Uşak’ta otobüs tam doldu. Galiba hepsi de talebe, okulları koronavirus belasından kapatılmış, herkes evine dönüyor. Kütahya tarafları tamamen karlı idi. Saat 20.45 İzmir`e vardık, Karşıyaka servisi ile Alaybey metro istasyonuna kadar geldim tramvaya yürüdüm benden başka kimse yok, Karşıyaka`da kalabalık olur diye maskemi taktım. Sadece 3 kişi bindi. Korku bacayı sarmış demek ki herkes evinde. On buçukta evde maceramı bitirdim. HİKAYENİ EVİNE GETİREBİLİYORSAN MACERADIR.
Diğer resimlerime facebook sayfamdan bakabilirsiniz