Şükran günü tatilinde çıktığım iki buçuk günlük South Beach - Miami, Florida gezimden notlar. :)
Kanımda Ege`lilik olduğu surece her şeyi son dakikaya bırakmaya devam edeceğim. Bazen karsılaşıyorum ve hayran kalıyorum tatillerini koca bir sene önceden programlayabilen dünya evlatlarına.
Benim Miami`ye gitme projem, öyle senelik programlardan sonra çıkmadı. Yumurta, kapı, müşteriler ve toplantıları denklemlerinin çözümsüzlüğünü ispatladım, ordan çıktı.
Bu durum keseye zarar aslında. Söyle ki, tatil sezonunun ortasında ve son dakikaya kalınca, normalin üç kati fiyat ödedim, beş aktarmalı uçak biletlerim için. Şeytan azapta gerek, bu kadar kazık yetmezmiş gibi, müşterilerim tatilimin uzattığım kısmına, ki bir gündü kendisi, nur topu gibi iki toplantı koyunca, benim tatil uzamak yerine, sıcak suda yıkanıp, kurutmaya atılan yun kazak gibi küçüldü ? gülmeyin Demircioğlu Kardeşler olarak çok kazağımız, güme gitmiştir bu yolda. Neyse, bilet fiyatımın kaç katına çıktığını yazmıyorum, insanin kendi kendinin patronu olmasının yan etkileri bütün bunlar.
Gelelim sünmüş tatilimin, dolu dolu gecen iki bucuk gününe. Çarşamba akşamı ikinci evim, Portland`dan, ayrılırken hava soğuktu ve yağmur çiseliyordu arabamın camlarına. İçimden dua ettim, her şeyi bırakıp gidiyorum, umarım değer güneş portakalı eyalette yasayacaklarıma. Yukarıdaki, `... toplantılarla ve uçak biletleriyle yeterince azap çekti, bari Miami`de mutlu olsun bu kulum..` dedi galiba. Fazlasıyla değdi. :)
Perşembe sabahı günesin ilk ışıklarıyla birlikte indi uçağım Miami havaalanına. Üç saatlik saat farkı ve bütün gece yol yapmış olmama rağmen aşağıda fotoğrafını gördünüz açık mavi gök yüzü, benim pilleri şarj etmeme yetti de arttı bile. :)
Sevgili dostum G`le buluştuktan sonra, downtown `South Beach``teki evine gittik. Kısa adi SoBe olan bu yer, Miami`yi dünyaca unlu Miami yapan, zenginlerinin ve ünlülerinin yasadığı adası. Her ne kadar ada dediysem de, öyle küçük bir yer değil. Neresinden baksanız yüz bin insanin yasadığı, tatil sezonunda nüfusu yarim milyonu bulan bir
kozmopolit metropol.
Hemen hemen tüm televizyon dizileri, Miami Vice gibi, filmler, moda çekimleri burada çekiliyor. Zaten adada modellerden ve model olmak isteyenlerden bol bir şey yok. Birde bu güzellere servis sağlayan lüks oteller, milyon dolarlık gökdelen evler, ve bahçeler içinde yüksek duvarlarla çevrili villalar var. Kaldığım surede güvenlik problem olmadı South Beach`te, ama Miami, Amerika`nin Los Angles`tan sonra suç oranı en yüksek kenti.
Malum benim vücudumdaki bütün yollar midemden geçer, attık kendimizi, SoBe`deki unlu Jerry amcamın kahvaltı yerine. Mekan sabahın bir koru olmasına rağmen kalaba ve benim midem kazınıyor. Unutmak için başladım onunla bununla konuşmaya.
Miami`inin güneşinden sonraki ikinci en belirgin özelliğini keşfetmem bu konuşmalar sırasında oldu. Memlekette herkes yabancı, G hariç, o pasaporttan Amerikali. :) Yerel nüfusunun bile 55%`i dışarıdan göçme. Önümüzdeki masada İsveç`liler oturuyordu, sol cenaha Arjantinliler konuşlandı, sağımızda bebek bakicisi İngilizler, garsonumuz İrlanda asilli, biz hindilerde ortalarında. Tam laz fıkrası misali.
Mideyi fulleyip, bol bol yedi milletten insana laf yetiştirdikten sonra, plaja gidip denize girmeye karar verdik. Ama önce, benim giyecek sorunsalımızı çözmemiz gerekiyordu, zira bavulumu ben Miami`ye değil Alaskaya göre hazırlamışım.
Neyse yanımızdaki çocuk bakicisi yeşil gözlü Ingiliz ablalar yardımcı oldular sağolsunlar - ileride erkek çocuğum olsun, ona bir tane bu ablalardan alıcam, sırf gözlerine bakmak yetiyor insani rüyalara daldırmak için. :)
Biz donelim Miami`ye. Plajları, tipik Karahipler. Göz alabildiğine beyaz, deniz kabuklu, insanin derisine yapışan ince kum taneleriyle kaplı. Denizi biraz şansınıza bağlı. Bazen sıcacık ve dalgalı, bazen köpek balıklı, bazen dokunduğu anda hoplatan kızıl deniz analarıyla dolu. Ben şansımı denizden delilde, Alman ve İtalyan iki tatlı bayanla sohbet ederek, kullanmayı tercih ettim. :) Alman hatun bizim BMW`de 12 haftalık tatilimiz var deyince, sinirlerim bozuldu, hadi kalk Avrupa?ya göç edelim dedim G`ye, ikna olmadı. :)
Akşama doğru midemde ziller çalmaya başladığında, Miami`nin havasından mıdır, suyundan mıdır bilmem, canım mutfağımda mezbaha işlettiğim günlere geri dönmek istedi. Hem sağlık, hem de doğayı koruma adına, yaklaşık üç aydır, iş seyahatlerim sırasında et yemekleri yemiyorum.
G ile beraber Texas de Brazil adli restorana gittik. Buranın özelliği et bazlı Brezilya mutfağı üzerine kurulmuş açık büfe mönüsü. Yaklaşık 70 çeşit soğuk yemeklerinden birer kaşık koyup tabağınızı oruçtan çıkmış Türk gibi tepeleme doldurduktan sonra, masanıza oturuyorsunuz. Asil eğlence bundan sonra başlıyor.
Masanızda bir yüzü kırmızı, öteki yüzü yeşil, bardak altlığı seklinde kart var. Bunun yeşil yüzünü çevirdiğiniz anda, arı gibi vızır vızır dolasan garsonlar ellerindeki sislerle sorti yapmaya başlıyorlar. Hepsi birbirinden lezzetli 30`a yakın et var, mönülerinde. Artık doydum, patlayacağım diye saçma sapan bir düşünce geçerse aklınızdan, kartın kırmızı yüzünü çeviriyorsunuz. Ben garsonlara gıcıklık olsun diye, önce yeşil yapıp, sonra tam gelirken kırmızıya çeviriyordum. Genel anlamda, kolestrolü tavana çekip, bol bol büyükbaş hayvan katliamı yapmak için uygun bir mekan, tavsiye ederim.
Gece South Beach`te bir başka güzel. İlk aksam Delano`ya gittik. Beyazlar içinde fantastik butik bir otelin barı ve havuzunu gece kulübüne cevirmişler, gelen geçen saf turistleri yoluyorlar. :) Üç kadeh içki için, Cennet Vatan şartlarında dört kişilik ailenin ortalama haftalık mutfak harcamasını ödeyince, bu kanıya vardım.
Öte yandan, South Beach diyetlerinin ve estetik uzmanlarının yarattığı güzelleri, modelleri, ve onları getiren lüks oyuncakları görmek için ideal bir mekan. Vale parkına dikkat ettim, en dandik araba, Bentley idi. Biz downtown`da ikamet edince, Ferrarimizi kullanmak yerine, yürüyerek geldik. :)
Normalinde gece klüpleri hareket olmadığı için bayar beni azıcık. Ama Delano tanıştığımız, insanlar sayesinde son derece eğlenceliydi. Bizim grubun deplasmandan gelen sosyal böceği olarak, ev sahiplerim tüm açılışları bana yükledi. Önce İsveç`lilerle tanıştık. Onlarla Fatih Terim`in dangalaklıkları üzerine sohbet ederken, yanımızdan beş altı tane bizim memleketli hindi geçiyordu.`Turkey Magnet` olarak onlara laf atmamam olanaksızdı, bende attım zaten. Maşallahları var, dünya üzerindeki tüm küçük dağları kendileri yaratmışlar - bayılırım böyle alçak gönüllü yurdumun insanlarına zaten.
Hindilerimizi acele geldikleri gibi postaladıktan sonra, barda görünürde Amerika`li olup aslen Küba ve Sırp asilli iki dünya tatlısı bayanla sohbete daldım. Ardından iki Kanada`li katildi grubumuza. Birlikte, garsonlar bizi kovalayıncaya kadar Salsa müziği esliğinde dans ettik, eğlendik - iki senelik Salsa derslerim ilk kez isime yaradı dersem yeridir. Millet ne zaman `Dancing with the Stars``a katılıyorsunuz diye soruyordu, öyle söyleyeyim. :) Aşağıdaki fotoğraflardan Sümbül Ağa olanı o geceye ait.
Cuma günü, daha renkliydi. Öğlen uçsuz bucaksız plajda yürüyüş yaptık, benim surat pancar gibi oldu hemen. Öyle ki, Seattle`imin kapalı havasını özledim, şaka şaka. Ayak ustu bir şeyler yedikten sonra, Ocean Drive`da turladık. Buranın özelliği, MTV`nin unlu ettiği barlarının yanında, Gianni Versace`nin suikasta uğradığı cadde olması. 1997`de eski eşcinsel sevgilisi tarafından muhteşem malikanesinin basamaklarında öldürülmüş. İnsan çok para kazanınca sapıtıyor demek ki. Neyse, zenginin malı, züğürdün çenesi, biz yolumuza devam edelim... :)
Aksam, Lincoln Road üzerinde dolaştık, bizim Bağdat caddesinin trafiğe kapalı olanı. Gece gündüz son derece hareketli, üzerinde dünya mutfağından restoranların bulunduğu, butik alış veriş dükkanları ile süslü, 24 saat açık sanat galerileri olan South Beach`in ana caddesi. Pashas adli Türk restoranı bile var, lahmacunları gayet lezzetli, vatan hasreti çekenlere tavsiye ederim. :)
Gece Ocean Drive`i tekrar teftişe çıktık. Arjantin`li arkadaşıma Peru`lu, bizim hindiye de Arjantinli birer kız arkadaş buldum. Ben Küçük Emrah misali tek başıma mahzun kaldım. Aslında tek başıma kalsam yine iyiydi, neyse oraları karıştırmayayım. Ama siz siz olun ne kadar hoş giyinirlerse giyinsinler, iri yapılı, biraz kart sesli `bayanlardan` uzak durun. :)
İkinci evim Portland`dan selamlar, mutlu Bayramlar.