Covit-19 Öncesi Bir Güneydoğu Anadolu Gezisi(6. Kısım)
Kâmil Samir, 2020
Urfa / Türkiye
Adana, Mersin, Antakya, Gaziantep, Urfa, Mardin, Diyarbakır.
Urfa , 9 Mart
Sabah erkenden kalktık , dokuzda otelden çıktık çarşıda biraz dolaştık sonra minibüs ile gara gittik . Yeni Diyarbakır otobüs şirketinden 10,30 arabası için 25’şer liradan iki bilet aldık. Otobüsümüz Dicle nehrini geçerken çektiğim Birecik resmini daha sonra eve döndüğümde ayni yerden 48 yıl evvel çektiğim resimle kıyasladım. Kalenin etrafı apartmanlar ile dolmuş.13.20 de Urfa’ya vardık. Garaj dışından bulduğumuz belediye otobüsü merkeze yakın bir yerde bıraktı. Ana cadde üzerinde epey bir yürüyerek UluCami karşısındaki otele geldik. Resepsiyonda iki seçenek sundular. Otantik olsun diye eski taş han yapılarından olan otelin tuvaletinin dışarıda ortak olmasından dolayı vaz geçtik yeni binasında İzmirden tanıdık vasıtası ile geldiğimizi söyleyerek indirimli olarak geceliği 150 liradan kaldık. Bu eski taş binada ayni zamanda Sıra gecesi de yapılıyor olması tercih sebebimizdi.
Hemen bir plan yaparak otelden çıktık önce karşı tarafta bulunan Ulu Camiyi ziyaret ettik. Minaresi eski bir çan kulesi tepesinde de saat var. Biri bizi ikaz etmişti minareye dikkat edin diye demek ki eski bir kiliseden bozma. Haziresindeki mezar taşlarının estetiği bizim buralardakilerden farklı. Bana biraz kaba geldi.
Bir yerel rehberin kaleminden şöyle tasvir ediliyor;
“Yapım tarihi belirlenemeyen, `Kızıl Kilise` olarak adlandırılan eski bir kilisenin yerine inşa edilmiştir. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesi halen mevcuttur. Caminin inşa kitabesi bulunmamaktadır. Bu yüzden kim tarafından ve ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmemektedir. 1170-1175 yıllarında Zengiler tarafından yaptırıldığı tahmin edilmektedir. İslam fetihlerinden sonra, sütunlarda kullanılan kırmızı mermerler ve kilise ile ilişkisinden dolayı “Mescid ül- Hamra (Kırmızı Mescit)” olarak isimlendirilmiştir. Payeler üzerine oturan ve her biri çapraz tonozlarla örülü on dört sivri kemerle avluya açılan son cemaat yeri Anadolu`da ilk kez Urfa Ulu Camisinde bulunmaktadır. Caminin harim kısmında bir kuyu yer alır. Halk arasındaki bir inanışa göre Hz. İsa’nın, Kral Abgar’a, Havarisi Thomas’la gönderdiği mendil bu kuyuya bırakılmıştır. Bu nedenle camisinin içindeki kuyunun suyu, şifalı olarak kabul edilir. Minareye, Cumhuriyet döneminde bir saat eklenerek saat kulesine dönüştürülmüştür. Minare, aynı zamanda şehrin ilk ve tek saat kulesi görevini de görmektedir.”
Google yorumlarında’ bolca huzur veren bu yerde oturup dinlenin’ diyor ama hem mezarlık hem avlu oldukça itici idi. Nedeni de mezarlığın çok perişan ve pis, avluda da kedi veya köpek için atılmış et parçalarının üzerinde yüzlerce kara sineğin dolaşması insanı iğrendirip oradan bir an önce kaçmaya zorlayan bir cami çıktı karşımıza.
Ara sokaklardan geçerek vardığımız Gotik tarzda inşa edilmiş Fırfırlı Cami, Ulu cami gibi 1956 yılında kiliseden devşirilmiş. Camiye çevrilmeden önce cezaevi olarak kullanılmış. Bahçesinde rastladığımız genç bize epey bir bilgi aktardı. Surp Arakelots (Havariler) Kilisesi denen bu yapıya Hristiyanlık açısından büyük önem taşıyan Varak haçı 1092 yılında Urfa’ya getirilerek bu kiliseye konulmuş. Söylediği şeylerden bana kalırsa en önemlisi yapı giriş kapısı etrafındaki pembe mermerin Anadolu`da bulunmadığını uzaklardan getirtildiğini ifade etmesiydi. Fırfırlı Cami denmesinin sebebi üzerinde bulunan rüzgar gülü gibi bezemelerinden dolayı evvel zamanda yerel halk tarafından Fırfırlı Kilise diye adlandırılmasından kaynaklanıyormuş..
Önündeki yoldan biraz daha güneye Balıklı Göl tarafına yürüyünce Selahattin Eyyubi Camisine geliniyor. Burası da gene 457 yılında Piskopos Nona tarafından yaptırılan Vaftizci Yahya Kilisesi`nin üstüne 1851 yılında yapılan bir Ermeni Kilisesi. 1915 yılına kadar Başepiskoposluk merkeziymiş. Sonradan kaderine terk edilen kilise bir zaman elektrik santrali olarak ta kullanılmış. Büyük Kilise olarak anılan Surp Asdvadzadzin Kilisesi son olarak 1994 yılında yapılan değişikliklerle cami olarak ibadete açılmış. Fakat pencerelerinin kenarlarında bulunan ejder kabartmalarından dolayı olsa gerek fazla rağbet görmemesine rağmen yazın klimasından dolayı serin bir mekanda vakit geçirmek isteyen müsülmanlarca tercih ediliyormuş. Mamafi camide namaz kılındığından içeri girmedik, bekleyelim namaz bitsin öyle gireriz dedik. Karşısında belediyeye ait bir bahçe ve bina vardı oturacak yer de olduğundan umuma açık bir yer olduğunu tahmin ederek girdik oturup beklerken girişteki görevli geldi meramımızı anlatınca bari size çay getireyim dedi, meğer belediyenin iş yeriymiş. Çay sonrası gittiğimizde maalesef cami kapanmış görevli gitmişti, içine bakamadık. Karşı kaldırımdan ne kadar uğraşsak da olmayan (!) minaresini göremedik. Yolun sonunda aşağıdaki balıklı göl ve yanındaki camilerin güzel görüntüsünü fotoğrafladık.
Balıklı Gölün etrafında Rızvaniye Camii Mevlid-i Halil Rahman Cami Dergah Camii ve yanındaki İbrahim Peygamberin doğduğu mağarayı gezdik. Mağara 48 sene evvel gezdiğimize göre epey değiştirilmiş. İki ayrı girişi var haremlik ve selamlık, içeriye bir de tahtadan paravan koymuşlar. Suya erişilmesin diye de cam pencere yapılmış. Camiler az gelmiş ki bir de devasa Dergah camisini eklemişler. Mevlid-i Halil Camii yerinde ilk zamanlar bir havra sonra da üstünde kilise varmış. Kimse kimseyi suçlamasın havrada kimbilir hangi çok tanrılı dinin tapınağı üzerine inşa edilmiş idi. Caminin yapılış tarihi 1523 Muhammed Salih Paşa tarafından. Rızvaniye Camii Balıklıgöl`nün kuzey kenarında bulunan cami, 1736(Hicri.1149) yılında Rakka Valisi Rıdvan Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış.Balıklı Göl ayni zamanda Ayn Zeliha gölü de deniyor . Zeliha`nin gözü de demek olan göl Rivayete göre Zeliha hz. İbrahim`i ateşe atan Nemrut`un kızı, o da İbrahim`e aşkından peşinden atlamış, atladığı yerde de Ayn Zeliha gölü oluşmuş derler.
Tarihi yerleri gezdikten sonra biraz da çarşıyı gezelim dedik adı Tarihi Ucuzluk Kapalı Çarşısı (!) olan çarşıdan biraz zahter ve isod aldık. Zahter evde hala kahvaltıda yenmeyi bekliyor ne menem bir tadı olduğunu anlamadığımız için meraklısı gelene kadar saklıyoruz.
Akşam yatmadan önce ertesi gece gideceğimiz Sıra gecesinin yapıldığı yere gidip keşif yapıyoruz. Üç kişi şarkı ve türkülerle az bir kalabalığı eğlendirmeye çalışıyor. Giriş yemekli 70 yemeksiz 50 lira.Sıra gecesine ertesi gün gitmeye karar verdik ama kaldığımız Yıldız otelin o gece sıra gecesi olmadığından karşıdaki saz heyeti daha zengin olan Gülizar otelinkine gittik.